6 Kasım 2018 Salı

27 MAYIS'TA ORDU-MİLLET EL ELE YALANI "Hasan Emre Oktay" -TÜRK MİLLETİNİN MÜTHİŞ SAĞ DUYUSU, KARA PROPAGANDALARA PABUÇ BIRAKMAZ, DOĞRU İLE YANLIŞIN NEREDE OLDUĞUNU HEMEN ANLAR. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK DE 'TÜRK MİLLETİ ZEKİDİR' DİYEREK HALKIMIZIN BU HASLETİNE VURGU YAPMIŞTIR.

27 MAYIS'TA ORDU-MİLLET EL ELE YALANI
MENFUR VE MELHUS 27 MAYIS DARBECİLERİNİN DP, BAYAR, MENDERES ALEYHİNE YAPTIKLARI BUNCA KARA PROPAGANDAYA RAĞMEN; 1961 GENEL SEÇİMLERİ TÜRK HALKININ DARBECİLERİN DEĞİL ADNAN MENDERES'İN ARKASINDA OLDUĞUNU GÖSTERMİŞTİR. HELE 1965 GENEL SEÇİMLERİNDE, MENDERES MİSYONUNU SÜRDÜRECEĞİ PROPAGANDASINI YAPAN ADALET PARTİSİ OY PATLAMASI YAŞAMIŞTIR.

TEDBİRLER KANUNUNA RAĞMEN GEREK LÜTFÜ KIRDAR'IN, GEREK TEVFİK İLERİ'NİN VE GEREKSE REŞİDE BAYAR'IN CENAZE MERASİMLERİNDE HALKIMIZ ADETA SEL OLUP AKMIŞTIR. TÜRK MİLLETİNİN MÜTHİŞ SAĞ DUYUSU, KARA PROPAGANDALARA PABUÇ BIRAKMAZ, DOĞRU İLE YANLIŞIN NEREDE OLDUĞUNU HEMEN ANLAR. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK DE 'TÜRK MİLLETİ ZEKİDİR' DİYEREK HALKIMIZIN BU HASLETİNE VURGU YAPMIŞTIR.

SAYGILARIMLA

H. EMRE OKTAY

27 MAYIS'TA ORDU MİLLET ELELE YALANI!


27 MAYIS'TA ORDU MİLLET ELELE YALANI!
27 MAYIS DARBECİLERİNİN YAPTIKLARI DP ALEYHİNDEKİ TÜM KARA PROPAGANDAYA RAĞMEN 1961 SEÇİMLERİ TÜRK HALKININ DARB... 
Emre Oktay <emre_kty@yahoo.com>

10 Eylül 2018 Pazartesi

27 MAYIS'IN KANUNSUZLUKLARI BÖLÜM: 1, "Hasan Emre Oktay" 27 MAYIS'TA KANUN ADINA YAPILAN KANUNSUZLUKLAR BÖLÜM 1 (Demokratlar Kulübü Başkanlığı, ANKARA)


TIKLA: YOUTUBE LİNK
https://www.youtube.com/watch?v=nRSo6O4sVws&t=13s

27 MAYIS'IN KANUNSUZLUKLARI BÖLÜM 2 "Hasan Emre Oktay" 27 MAYIS'TA KANUN ADINA YAPILAN KANUNSUZLUKLAR BÖLÜM 2 (Demokratlar Kulübü Başkanlığı, ANKARA)


TIKLA: YOUTUBE LİNK
https://www.youtube.com/watch?v=uaGX1R33Sfg&t=2s

27 MAYIS (DEVAM) -III- Hasan Emre Oktay (27 Oca 2016 tarihinde yayınlandı) Demokratlar Kulübü Başkanlığı, ANKARA

6 Haziran 2018 Çarşamba

AKŞAM GAZETESİ "ATATÜRK 27 MAYISÇI MIYDI?.." YAZARLAR: VEDAT BİLGİN

ATATÜRK 27 MAYISÇI MIYDI?..
YAZARLAR: VEDAT BİLGİN

m.aksam.com.tr

Atatürk 27 Mayısçı mıydı?
Bir derneğin 27 Mayıs darbesinin yıldönümünde önce açıkladığı sonra ‘bizim görüşlerimizi yansıtmıyor’dedikten sonra dahi yaptığı açıklamalar Türkiye’deki darbeci geleneğin bir ideolojik anlayış tarafından nasıl içselleştirildiğini, sahiplenildiğini göstermenin ötesinde sivil siyaset düşmanlığının kaynaklarının hangi zihniyet yapıları tarafından yeniden üretildiğinin görülmesi bakımından önemlidir.

“ ‘Otoriter’ ‘faşizan’ ‘sivil toplum karşıtı’ düşünce biçimleri kendilerini meşrulaştırmak için toplumun bir değer olarak gördüğü kavramları, şahsiyetleri, kahramanları kendileri için araçsal bir unsur haline getirmekte tereddüt etmezler. Açıkça ortaya çıkıp, çoğulculuğa, demokratik değerlere, özgürlüklere karşı çıkma cesaretine sahip olmadıkları için başta Milli Mücadelenin kahramanı, Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere birçok tarihsel kimliği istismar etmekten kaçınmazlar.” Gazi Paşa’nın adı bu tipler için öteden beri en çok kullanılmaya çalışılan, kendileri için bir kalkan haline getirmek için uğraşılan bir isim olmuştur. Bu durumun en çok Gazi’ye kötülük yapmak anlamına geldiğini de sağduyulu herkes kabul edecektir.

Gazi paşa’ya haksızlık
27 Mayıs sonrası bütün devlet kurumları militarist ideolojik anlayışa göre düzenlenerek ‘sivil siyaset’ adı sıkça zikredilen bir ‘vesayet rejimine’ dönüşmüştür. 27 Mayıs’ın başlattığı ve devlete yansıttığı bu faşizan anlayışın üç önemli özelliği hemen göze çarpacak kadar aşikârdır. Bunlardan ilki Atatürk adının darbecilerin bütün davranışlarını meşrulaştırıcısı olarak görülmesi; ikincisi ise 61 Anayasası’nın ‘ileri bir siyasal metin’ olarak takdim edilmesi; üçüncüsü ise, ordunun siyasal rejimin merkezine yerleştirilmesidir.

Burada hemen fark edilecek çelişkiler ortadadır: Atatürk orduyu siyasetin dışında tutmayı ilkesel olarak benimsediği halde orduyu siyasetin merkezine taşıyan 27 Mayısçılar kendi konumlarını nasıl Atatürk’le açıkladıklarını düşünmektedirler. Onlara sorarsanız neredeyse Atatürk’ün gizli bir 27 Mayısçı olduğunu söyleyerek anakronik olduğu kadar, Gazi Paşa’yı kendi militarist ideolojilerine ortak etmeye kalkacak kadar da cahildirler.

“Diğer bir çelişki bu cehaletin ulaştığı seviyeyi göstermesi bakımından önemlidir. Onlar 1961 Anayasası’nın ‘ileri bir anayasa’ olduğunu iddia ederken, devleti militarist örgütlenmeye, bir MGK devleti haline götüren bu anayasal yapının, nasıl geri bir karaktere sahip olduğunu fark edemez haldedirler.”

27 Mayıçılar ve fetö nerede buluşuyor?
Bütün bu tür düşünce sahiplerine, hâlâ 27 Mayısçı anlayışı terk edemeyen insanlara bakıldığında bu insanların çoğunun eğitimli, belli mesleklere sahip insanlar olduğunu görünce insanın aklına ‘peki bu adamlar neden böyle düşünmektedirler, zihniyet dünyaları neden sivil taleplere, sivil siyasetin dünyasına bu kadar kapalıdır’ sorusu gelmektedir. Bu kapalı zihin yapılarının Türkiye’nin yaşadığı bunca değişimden sonra hâlâ dünyada meydana gelen iletişim ve bilgi teknolojilerindeki dönüşüme rağmen varlığını koruması ciddi bir soruna işaret etmektedir.

“Demokratikleşme süreciyle, yaşanılan toplumsal değişim dalgalarına, ekonomide kat edilen bunca yola rağmen niceliksel olduğu kadar niteliksel olarak da önemsiz bir konuma gerilemiş de olsa bu zihniyet yapısının önemli bir sorun olmasının sebebi, bu tür monolitik düşünce biçiminin, militarist devlet anlayışının gizli faşizan örgütlere ilham vermesidir.”

Demokrasiye karşı olan güçlerin veya onları kullanan çeşitli servislerin bu düşünce biçimini nasıl Türkiye karşıtı bir yere, bir ihanete sürüklediği 15 Temmuz’da ortaya çıkmıştır.

Bu bakımdan FETÖ’cülerle, kendilerine farklı isimler veren demokrasi düşmanlarını besleyen bu zihniyetin tasfiye edilmesi demokratikleşme sürecinin önünü açacaktır.

27 MAYIS VE YASSIADA - "Gazeteci, Siyasetçi-Yazar: NACİ AKIN" 30 Mayıs 2018 Çarşamba // Manisa Olay Gazetesi

27 MAYIS VE YASSIADA
NACİ AKIN
30 Mayıs 2018 Çarşamba

Henüz altı yaşımdaydım, ılık bir Ankara akşamıydı erkenden yattık. Daha gün ağarmamıştı ki, dışarıdan gelen gürültüler ve babamın açtığı radyonun sesiyle uyandık. Abim ve ben yatak odamızın aralık kapısından annem ve babamı izliyorduk, endişeli yüzleri vardı ve birbirlerini teskin etmeye çalışıyorlardı. Radyoda tok sesli bir adam, yıllar sonra Alpaslan Türkeş olduğunu öğrendiğim kişi, darbe olduğunu ve ordunun idareye el koyduğunu söylüyordu. Tabi ben bir şey anlamıyordum ama sanırım abim olan bitenin farkındaydı.

Babam yerinden kalktı, tıraş oldu, abdest aldı ve namazını kıldıktan sonra en yeni elbiselerini giyerek beklemeye başladı. Çok geçmeden askerler kapıya dayandı, ellerinde thomson tüfekler, aldılar götürdüler babamı. Alt kat komşumuz Manisa milletvekili Orhan Ocakoğlu da aynı akıbete uğramıştı. Annem infial içindeydi, haykırıyor, isyan ediyordu. Neye uğradığımızı şaşırmıştık. Büyük bir elem ve keder içindeydik. Önce Harp Okuluna götürmüşler, ardından da askeri bir nakliye uçağıyla, kargo götürür gibi önce Yeşilyurt askeri hava alanına oradan da Yassıada’ya.

Yassıada’ya iki kez gittim. Aylar sonra görüşmeye izin verilince annem götürmüştü bizi. Kabataş iskelesinden silahların gölgesinde, bize reva gördükleri güverte altındaki havasız bodrum katında seyahat etmiştik. Adaya inişimiz, silahlı askerler eşliğinde tutukluların bulunduğu binaya gidişimiz, yanımızda bir üsteğmenin eşliğinde, sarılmamıza bile izin verilmeden hasret giderişimiz, üzerinden 57 yıl geçmiş olmasına rağmen hafızamdan hiç silinmiyor.

Durduk yerde Yassıada da nereden çıktı? Dediğinizi duyar gibi oluyorum. Durduk yerde çıkmadı, Sayın Cumhurbaşkanı Haber Türk televizyonuna verdiği özel mülakatta, önemli bir iş yapmış gibi kendisi getirdi konuyu gündeme. Büyük iş yapmışlar gibi elinde resimlerle anlattı nasıl tarihi yok ettiklerini. İbretlik çocukluk anılarımızı, bir dönemin iktidarının mensuplarının yaşadıkları acı hatıraları rant uğruna yok ettiler.

Ben Sinop cezaevini de, Ulucanlar cezaevini de gördüm. Düzene başkaldıranların da, eşkıyaların da, Sabahattin Ali gibi şairlerin de, Hilton koğuşu mağduru gazetecilerin de, Muhsin Yazıcıoğlu gibi gençlik önderlerinin de yattıkları koğuşları gördüm, hikayelerini öğrendim.

Ellie adasını da gördüm. Yüz küsur yıl önce Amerika’ya, Avrupa’dan ve dünyanın dört bir yanından gelen göçmenlerin yaşadıklarını, çektikleri ıstırabı gördüm. Özgürlük Heykelini ve adasını da gördüm. Amerikan halkının özgürlük ve bağımsızlıklarına nasıl kavuştuklarının hikayelerini öğrendim. İspanya’da, Fransa’da dünyanın birçok yerinde böyle anıt mekanlar ve müzeler vardır.

Ne olurdu? Yassıada’yı da aynıyla muhafaza edebilseydik, yeni kuşaklara adaletin katledildiği mekanları tanıtabilseydik, orada yaşananları anlatabilseydik. Ne olurdu? Sayın Nilüfer Gürsoy Hanımefendinin, Mutaharre Polatkan Hanımefendinin, 92 yaşındaki annemin gazetelere yansıyan beyanlarına kulak tıkanmasaydı. Yassıada hadisesinden 20 yıl sonra bile henüz doğmamış bir çocuğun mesleki ihtiraslarına kurban edilmeseydi demokrasi ayıbının yaşandığı mekanlar. İlla ki özgürlük ve demokrasi adası denilmek isteniyorsa, utanç binalarını aynıyla restore edilir, en görünür yerine de gözleri bantlı devasa bir adalet heykeli dikilirdi. İstanbul’un tepelerinden, sahillerinden her yerinden görünür, tıpkı Manhattan’a gelen gemiler gibi İstanbul’dan gelip, geçen bütün gemiler de görürdü.

Sayın Cumhurbaşkanı iyi şiir okur, Necip Fazıl’ı, Abdurrahim Karakoç’u, Mehmet Akif’i, uğruna bir başka demokrasi ayıbı olarak hapis yattığı Ziya Gökalp’i iyi bilir. Ne yazık ki; Faruk Nafiz Çamlıbel’i bilmiyor. Faruk Nafiz Çamlıbel için orada bulunan ifadesi kullandı. Sanıyorum onun da tıpkı Halide Edip gibi, Arif Nihat Asya gibi, Demokrat Parti milletvekili olduğunu söylememişler kendisine. Elinde yazılı metinden Faruk Nafiz’in dörtlüğünü bile düzgün okuyamadı. Kendisi Milli Görüşçü gençlerin önderi olduğu günlerde biz demokrat gençliğin önderleri olarak o şiiri meydanlarda, kürsülerde inkisarı huşu içinde okur salonları inletirdik.

AKP ne zaman bir seçim olsa Menderes’i hatırlıyor ama bana göre söylemleri de hep yapmacık kalıyor. Menderes üzerinden CHP’ye yükleniyor, Millet İttifakında yer alan diğer partileri de CHP ile ortak olmakla suçluyor. Oysa Menderes’i ağzına alacak en son parti AKP’dir. Neden mi? Anlatayım.

27 Mayıs sabahı sadece cumhurbaşkanı, başbakan, milletvekilleri ve bakanlar enterne edilmedi. Her ilde, ilçede hatta kasabalarda Demokrat Parti örgütünün ileri gelenleri, doğuda, güneydoğuda DP’yi destekleyen aşiret liderleri hepsi alındılar. Bazıları kısa süreli gözaltında kaldılar, bazıları Balmumcu garnizonunda, bazıları da Sivas kampında sorgusuz sualsiz aylarca tutuldular. O gün bu eza ve cefaya maruz kalanların, nahak yere hapsedilenlerin çocuklarını torunlarını CHP’nin de İYİ Partinin de milletvekili aday listelerinde görebilirsiniz, ama bir tane AKP’li göremezsiniz. Hiç mi dedesi, amcası, dayısı, eniştesi tutuklanan olmaz, ama yok işte. Ancak FETO ile resim çektiren vekiller ihmal edilmemiş.

İnfazların yapıldığı sabah Celal Bayar, İmralı adasındaki, hücresinden yüksek sesle yoklama yapar. İdam mahkumları “burada” diye cevap verir. İki isim okunduğunda ise cevap gelmez: Zorlu ve Polatkan. Menderes ise henüz oraya getirilmemiştir. Tam o sırada TBMM Reis vekili, Agah Erozan yanık sesiyle Kur’an okumaya başlar. İşte o idam mahkumu Erozan’ın oğlu bugün İYİ Parti Bursa liste başı adayıdır. CHP Isparta liste başı adayı sevgili kardeşimiz Mustafa Ceyhan’ın dedesi de Isparta’da tutuklananlardan. Keza Sayın İlhan Kesicinin babası ve daha birçokları da öyle. İYİ Parti ve CHP listelerindeler hepsi. HDP de bile var. Bitlis milletvekili Celadet Gaydalı’nın dedesi Selahattin İnan Yassıada’da idamla yargılandı, babası Abidin İnan Gaydalı ise Sivas kampı mağduru. O Dedesinin, babasının, amcası Kamran İnan ve kardeşinin yolundan gitmedi yanlış yola saptı ama hiç olmazsa AKP gibi bunu istismar etmiyor.

Hatalarıyla, günahlarıyla Yassıada tarihe mal olmuştur. Milletin gönlünden silinmeyen merhum Menderes de hatasıyla, sevabıyla tarihin derinliklerinde yerini almıştır. Bugün bunları istismara yeltenmek, onlar üzerinden siyasi rant devşirmeye kalkmak da abesle iştigaldir ve geri teper. Zira milletimiz artık, kavga istemiyor, kutuplaşma istemiyor, barış ve huzur arıyor. Geçmiş, geçmişte kalmıştır. İlkokula anasız, babasız tek başına başlamak zorunda kalan, onca acıyı yaşayan ben, artık bunu dert etmiyorum. Uzatılan barış elini tutuyorum.

Kalın sağlıcakla…

5 Haziran 2018 Salı

Hüseyin Yağmur "27 MAYIS DARBECİLERİ TÜRKİYE'NİN 50 YILINI ÇALDILAR" 27 Mayıs 2018 - Pazar

Hüseyin Yağmur 

27 MAYIS DARBECİLERİ TÜRKİYE'NİN 50 YILINI ÇALDILAR
27 Mayıs 2018 Pazar
Eskiler, 'Geçmişin aydınlığından istifade etmeyen, geleceğin karanlığında yürümeye mahkum olur' derler. Geri kalmış ülkelerin paylaştığı ortak bir kader ülkemizi de çepeçevre kuşatır. Kamuoyunu ve gelecek nesilleri aydınlatan bilgiler daha çok resmi ideolojinin propagandalarından ibarettir.

Eğer ülkede medya, aydınlar, sivil toplum kuruluşları gibi resmi olmayan dinamikler de esasen resmi ideolojinin birer parçası olmuşsa, doğru ile yanlışı ayırt edebilmek bir hayli zordur. Bu bilgi kirliliğinde olaylara ait gerçeklerden ziyade belirli mahfillerin görüş ve bakışları resmi tarihin yerini almıştır.

Ülkemizdeki siyasi hayatı ve demokrasiyi kökünden sarsarak 'hastalıklı' bir konuma iten 27 Mayıs Darbesi de aynı şekilde gerçeklerden daha çok efsane ve propaganda üzerine oturtulmuştur. Bu olay bugün de devam etmekte; 'Aslanların tarihi avcılar tarafından yazıldığından' ülkemizin bu en önemli siyasi depremi yeni nesillerce bilinmemektedir.

27 Mayıs Darbesi'nin temelinde yatan asıl gerçek, ülkenin yönetimini uzun yıllardır elinde bulunduran egemen iradenin seçimle gelen iktidarı, bir başka ifadeyle millet hakimiyetini bir türlü sindirememesidir.

Nimet Arzık'ın deyimiyle 'sarayla milletin bitmeyen kavgasıdır' bu. CHP'li Kerim İncedayı'nın deyimiyle, 'Haso'ya Memo'ya bu ülkenin yönetimini mi vereceğiz!' şeklinde açıkça ifade edilen duygunun Darbeye dönüştürülmüş halidir, 27 Mayıs. Bir nevi seçkinlerin kendilerine ait gördükleri ülkeyi geri alma girişimleri... Çünkü DP'yi ortaya çıkaran sosyal sınıf ile ülkenin egemen odakları aynı dokuyu paylaşmamaktadır.

1950 Seçimiyle ülke yönetimini elinden kaydırıveren Milli Şef İnönü'nün psikolojisi, 10 yıl pusuda ilmek ilmek bir ağ ören adamın psikolojisidir. Yine Nimet Arzık'ın ifadesiyle, İnönü ve çevresi iktidarı kaybetmeyi bir gün, bir saat bir an bile hazmetmemiştir.

Bir başka seçkin psikolojisi Darbeci General Muhsin Batur'un ifadesinde kendini bulur: 'Türk seçmeni kalitesizdir. Bunların seçtiği kimselerden hayır gelmez.'

Darbenin mimarı, manevi babası İsmet İnönü'dür. Bunu gerek Darbeciler gerekse CHP'li kurmaylar çeşitli tarihlerde açıklamışlardır. CHP'li milletvekilleri ise Darbenin tezgahlayıcı mühendisleridir. Bu konu da çeşitli şahit beyanlarıyla ortaya konulmuş. ülkede bir karşı devrim yapıldığına inandırılan genç subaylar ise CHP ve onun lideri İnönü tarafından bir Darbe emeline alet edilmişlerdir.

27 Mayıs Darbecisi Binbaşı Mehmet Özgüneş, Albay Emin Aytekin, Yüzbaşı Ahmet Er, Yüzbaşı Muzaffer Özdağ, CHP milletvekili Dr. Lütfi Kırdar, CHP'li yönetici Avni Doğan başta olmak üzere birçok şahsın şahadetiyle İnönü ve CHP Darbenin tam içindedir. CHP'nin gençlik kolları da üniversite öğrencileri (!) olarak olaya zemin hazırlamışlar.

1957 seçimlerinden sonra artık bir daha seçimle iktidara gelemeyeceğine kesin kanaat getiren İnönü ve arkadaşları ülke iktidarına gelmenin yegane yolu olarak Darbeyi görmüşler ve bunu ustalıkla tezgahlamışlar.

Darbenin mimarı İnönü, subayların kendisine olan saygı ve bağlılığından istifade ederek onları mevcut iktidarı devirmede bir araç olarak kullanmıştır.

Nitekim Darbe lideri Org. Cemal Gürsel'in Darbenin hemen ardından İsmet Paşa'ya 'Emirleriniz bizim için bir peygamber buyruğudur' diyerek bir görüşme yaptığı kayıtlara geçmiştir.

Olayın bir de medya boyutu vardır. İsmet İnönü'nün damadı Metin Toker, çıkardığı Akis Gazetesi'yle bu cepheyi yönetmektedir. Yapılan yayınlar o kadar çok etkili olur ki, Darbeci Binbaşı Orhan Erkanlı, 'Akis okuyarak darbe yaptık' der.

Mevcut millet hakimiyetini bir türlü hazmedemeyen bütün güç odakları bir araya gelmiş, 27 Mayıs'ta gerçekleştirdikleri Darbeyle yönetimi seçilmişlerden alıp atanmışlara teslim etmiş ve sözüm ona bunu da Demokrasi adına yapmışlardır. İşin doğrusu şudur: Demokrat Parti iktidarın henüz üçüncü ayından itibaren cuntalar oluşturmaya başlayan ve darbe kararı alan Darbeciler, bundan sonra ortaya çıkan her türlü gelişmeyi bir Darbe gerekçesi olarak propaganda malzemesi yapmışlardır.

27 Mayıs Darbesi, sosyal ve siyasi anlamda maşeri vicdanda derin ve kalıcı yaralar açmıştır. Türkiye'yi yöneten meclisin üçte ikisi ve çok sayıda bürokrattan oluşan 600 civarında insan bir sabah evlerinden alınarak yaklaşık 2 yıl sürecek bir esarete tabi tutulmuşlardır. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere bu 600 kişinin tamamı o ilk sabahtan itibaren işkence, tahkir ve aşağılanmaya uğramış, esaret kiminin canına mal olmuştur.

Darbenin hemen ardından büyük bir insan avı başlatılmış, Demokrat Partili ve Demokrat Parti'yle irtibatlı herkes bu kasırgadan nasibini almıştır. CHP'liler bu konjonktürü fırsat bilerek binlerce ihbar yaparak Darbecilere yol ve yön göstermişler, yüzlerce insan bu ihbarlar sonucu yerinden yurdundan edilmiştir.

Bu gözaltılar o kadar trajikomik bir hal almıştır ki, bir grup Darbeci, diğer grup Darbeciyi gözaltına almışlardır. Darbeci subaylar ülkeyi daha düne kadar yöneten insanları 'büyükbaş, küçükbaş' şeklinde tavsif etmişlerdir.

Darbecilerin kurdukları Milli Birlik Komitesi'nde çok geçmeden Milli ikilik çıkıyor. En önemsiz konuları saatlerce tartışırken, en önemli konuları geçiştiriveriyorlar. Zaman içerisinde darbeciler birbirlerine düşerler. Darbeden birkaç ay sonra 14 Darbeci yurtdışına diplomatik görev adı altında sürgüne gönderilirler.

27 Mayıs'ın gerekçesi olarak gösterilen tüm bahaneler uydurulmuş propagandadan ibarettir. Bunlardan en önemlisi Meclis'in tahkikat komisyonu kurduğu ve gazetecileri sorguladığıdır.

Halbuki mevcut 1924 Anayasası'na göre Meclisin böyle bir yetkisi vardır. Bunu Ordinaryus Profesör Ali Fuat Başgil açıklamış, İsmet İnönü de ikrar etmek zorunda kalmıştır. Nitekim aynı anayasaya dayanarak Takriri Sükun kanunları çıkarılmış, aynı yetkilerle İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur.

Demokrat Parti'nin yeniden seçime gitmeyeceği bir başka kuyruklu yalandır. Darbeciler, DP'nin erken seçim yapacağını haber alınca, Darbeyi planladıkları tarihten önce yapmışlardır.

DP'nin kendine taraftar toplamak için 'Vatan Cephesi' adı altında bir oluşum kurması darbe gerekçesi sayılmıştır. Bir partinin kendine taraftar bulma amacıyla yaptığı çalışmayı Darbe gerekçesi saymak deli saçmasından ibarettir.

Öğrencilere ve üniversite mensuplarına saldırıldığı bir başka yalandır. Bütün bunların hepsinin Darbeye zemin hazırlamak için uydurulduğu bizzat Darbeciler tarafından açıklanmıştır.

Subayların tahkir edildiği ve ekonomik bakımdan zorlandığı bir başka yalandır. Ordu mensupları hem asker olarak, hem de sivil hayatta en iyi şartları DP döneminde yaşamıştır.Tek kelimeyle söylenecek olursa 27 Mayıs Darbesi ülkemizin elli yıllık insan birikimini bir gecede imha etmiştir.

İmha hareketinden nasibini alan 600 siyasi ve bürokrat genel olarak kamuoyunda bilinmektedir. Bunların üçte ikisi mebus, bir çoğu vali, emniyet müdürü, belediye başkanı gibi ülkemizin yönetim birikimidir.

Kökten imhaya uğrayan ancak bilinmeyen bir başka kurum daha vardır ki, bu kurum Darbeci subayların mensup olduğu Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bizatihi kendisidir. Darbeciler akıl almaz bir mantıkla hareket ederek 'Sıfır general' formülü çerçevesinde 235 general ve tam 5.000 subayı bir gecede emekliye sevketmişlerdir.

Bir ülkenin 50 yıllık askeri yönetici birikimini bir gecede tasfiye eden, ordudaki hiyerarşiyi teğmenin albaya emir vereceği konuma geçirten Darbecilere maalesef 'dur' diyen de çıkmamıştır.

Darbeciler hızlarını bununla da alamamış bu kez üniversite camiasına el atmışlardır. En stratejik desteği aldıkları üniversite mensuplarını önce listeleyen, daha sonra 'şucu bucu' diye çeşitli gruplara ayıran Darbeciler ülkenin akademik insan birikimini de göz kırpmadan yoketmişlerdir.

Hepsinden önemlisi 27 Mayıs Darbesi ile Silahlı Kuvvetler bünyesinde başlayan siyasi deprem uzun yıllar boyunca sürmüş, bu süreç 22 Şubat ve 21 Mayıs 1961'de bir albayın siyasi iktidarı ve TSK'nın tavrını beğenmeyerek Darbeye kalkışmasına sebep olmuştur. TSK'nın bu virüsü bünyesinden atması uzun yıllar almış, faturası ağır olmuştur.

Albay Talat Aydemir'le darbeye kalkışan Harp Okulu öğrencileri okuldan atılmış 1.500 subay adayı ve 100 subay tasfiye olmuştur.

Darbeler ve darbe girişimleri bir ülkeyi geriye götüren, darbecilere de sonradan büyük pişmanlık veren gayrimeşru oluşumlardır. Darbenin önde gelen isimlerinden Binbaşı Orhan Erkanlı'nın üç itirafını arka arkaya koymak 27 Mayıs Darbesi'yle ilgili sanırız bir fikir verir:

(...) 28 Mayıs sabahı ne yapılacağını bilmiyorduk. (...) üç gündür Türkiye'yi idare ediyorduk. Ancak yıktığımız devletin altında kalmıştık.

(...) 27 Mayıs'ı savunan kimse kalmamıştı ortalıkta. Bizler yaptığından utanan pişman olan kişiler haline gelmiştik.

Ve bir ifşaat da bir ülkenin yönetimini tümden yargılayan ve ölüm cezasına çarptıran Mahkeme Başkanı Salim Başol'dan: Hükümleri biz vermedik. Hüküm, hükümlüden sorulur mu? Onları buraya getiren kuvvet böyle istiyordu.