5 Haziran 2018 Salı

Hasan Emre OKTAY, Mehmet Arif DEMİRER'in Açıklamasına Cevap: "CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN VE 24 HAZİRAN SEÇİMLERİ" 27 Mayıs, Cumhuriyet, Demokrasi ve Demokrat Parti!..


CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN VE 24 HAZİRAN SEÇİMLERİ

Aziz dostlar demokrat olmanın ilk şartlarından biri empati yapabilmek ve farklı düşüncelere saygı göstermektir. Ancak bu demek değildir ki, yanlış bulduğumuz yaklaşımları, düşünceleri tenkit etmeyeceğiz. Elbette nezaket kuralları içinde tenkitlerimizi yapacağız ve belgelere dayanan mantıklı bulduğumuz, kendi görüşlerimizi anlatacağız.
O halde izninizle bu yazımda 24 Haziran seçimleri ile ilgili birkaç tenkit değil uyarı yapıp, konuyla ilgili doğruluğuna inandığım, kendi görüşlerimi dikkatlerinize sunacağım.
Bilindiği gibi bir süre önce DP adını kullanan parti, Ak Parti, MHP, BBP Cumhuriyet ittifakının karşısında CHP, İyi Parti, SP safında yer aldı. Hatta geçtiğimiz günlerde bu parti mensupları,  CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara-İstanbul arası ‘Adalet’ adını verdiği yürüyüşüne de katılmıştı. 
Diğer taraftan ‘Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi’ adına, içeriğine benim asla iştirak etmediğim bir bildiri yayımlandı. Bildirinin tanıtımında ifade edildiğine göre, Sayın Hüsamettin Cindoruk,  Rahmetli Celal Bayar’ın kızı, eski Demokratik Parti milletvekillerinden Sayın Nilüfer Gürsoy, İnönü’nün torunu Sayın Gülsün Bilgehan, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Sayın Metin Feyzioğlu (evet diyen de bizim hayır diyen de bizim demiş), AKP Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır (hayırlar tükenmez demiş) ile de görüş birliği içindelermiş. Nilüfer hanım çok sevdiğim, benim için çok değerli olan bir büyümüzdür. Hüsamettin Bey de son derece saygı değer bir insandır. 27 Mayıs, Yassıada mahkemeleri döneminde rahmetli Hasan Polatkan’ın avukatlığını yapmak gerçekten yürek isteyen bir iş idi. Menderes ve arkadaşlarının adını telaffuz ederken insanların sesini kıstığı ve acaba duyan oldu mu, diye korku dolu gözlerle etrafı kolaçan ettiği bir dönemde, Sayın Hüsamettin Cindoruk Polatkan’ın avukatı olma yiğitliğini göstermiştir.
Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi bildirisinin görüşleri ana hatlarıyla şöyle,
“24 Haziran seçimlerine halkın itimat etmediği bir YSK ile gidiliyor. 25 Haziran 2018 günü Türk Milleti, adalet, hakkaniyet ve hukuka aykırı biçimde dayatılan listelerden tercihlerini yaparak Cumhurbaşkanı ve yeni TBMM üyelerini seçecek. Seçim sonunda TBMM’nin yapısı nasıl oluşursa oluşsun, eğer Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilirse ‘Atatürk’ün Cumhuriyeti’ yıkılmış olacak. Bu harekât bir yıkım harekâtıdır. Eğer birinci turda Erdoğan % 51 oy alamazsa seçim sonucu ikinci tura kalırsa, yıkım harekâtı tamamlanamayacak ve iki hafta sonra bir daha sandığa gidilecek… Erdoğan İngiltere’de B ve C planlarından bahsetmiş, acaba 7 Haziran - 1 Kasım sürecini mi kastetti, bilmiyorlar.
Görüldüğü gibi Fethullah Gülen’in devletin, yargının ve güvenlik güçlerinin içine iyice yerleşmesinin yolunu açan 2010 referandumundan önce DP Genel Başkanı, tüm kadın DP’liler, hepimiz hayır demiştik. Ben (Mehmet Arif Demirer) Hayır’ın nedenlerinin DP ile AKP arasındaki farklılıklara dayalı olduğunu savunmuş ve farkların başında iki partinin Atatürk anlayışı olduğunu belirtmiştim.  AKP, Atatürk ve onun kurduğu cumhuriyet ile sorunları bulunan bir partidir. Nitekim 2010 referandumundan 7 yıl sonra gelen 16 Nisan referandumu ‘Atatürk’ün Cumhuriyeti’nin yıkım hareketidir.”
Bildiriye göre, bu iki referandum arasında olumlu bir şeyler de olmuş, ‘Hayır’ların sayısı artmış. Yazının bu kısmında seçimlerin ikinci tura kalacağından emin bir ifade ile bir anket yapılıyor. Zira muhalefetin hangi adayda birleşeceğinden emin değiller. Cumhurbaşkanı adayının kadın olması gerektiği bir takım rakamlarla isteniyor ve Meral Akşener karşısında Erdoğan’ın kaybedeceği belirtiliyor. Eğer muhalefetin adayı Muharrem İnce olursa, Erdoğan B ve C planlarını devreye sokacakmış. Ama bu planları görmeden de bir şey söylemek zor diye ekleniyor.
Aziz Dostlar bendeniz bir demokrat olarak, DP misyonundan gelmiş bir kişi olarak, Yassıada’da dönemin İstanbul Emniyet müdürü Faruk Oktay’ı işkenceler altında şehit vermiş bir ailenin ferdi olarak ve hatta Celal Bayar’ın, Adnan Menderes’in elini öpmek şerefini yaşamış bir vatandaş olarak herkesin, her gurubun, her partinin görüşlerine, içinde hainlik, bölücülük, terör, ahlaksızlık ve iftira olmadığı sürece saygı duyarım. Ancak geldiğimiz bu noktada belirttiğim gibi, bendeniz âcizane bazı uyarılar yapmak ihtiyacını duydum. Şöyle ki,
-Gerek DP’nin yaptığı girişimlerde, gerekse Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi bildirisinde tüm Demokrat Parti camiasını kapsayan bir ifade tarzı var. Bu yanlıştır. Zira son genel seçimlerde DP’nin aldığı oy oranı 0,15 gibi bir yerlerde. Dolayısıyla tüm DP camiasını kapsayan ifadeler, girişimler Celal Bayar-Adnan Menderes hatırasına zarar verir. Bu gün % 45-51 gibi bir oy oranı olan Ak Parti içine girin, Menderes’i sevmeyen ve Menderesçi olmayan bir kişi bulamazsınız. Gerek Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan gerekse Başbakanımız Sayın Binali Yıldırım tüm konuşmalarında yeri geldikçe Menderes anısını rahmet ve saygıyla anmaktadırlar. Türkiye’nin neresine gitseniz Bayar veya Menderes’in adı verilmiş bir bulvar, üst geçit, üniversite, hava alanı, kütüphane vb. görürsünüz. Allah razı olsun rahmetli Turgut Özal’ın cesur girişimiyle yapılan ve Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın naaşlarının defnedildiği Topkapı’daki Anıtmezar, her gün akın halinde insanlarımız tarafından ziyaret edilmekte, merhumlara rahmet duaları okunmaktadır. İç İşleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylunun, Yassıada’da mahkeme salonunda Menderes’in adı anılırken gözyaşları döktüğünü, hıçkırıklarını zor tutarak konuştuğunu bizzat yaşadım. Dolayısıyla bugün DP, Bayar, Menderes hatırası tüm Türk milletine mal olmuştur. Hiçbir partinin, gurubun, insanın inhisarında değildir. Bu durum cidden mutluluk verici bir gerçektir. Zira 27 Mayıs henüz yargılanmadı, 27 Mayıs sürecinde cezasız kalmış birçok cinayet var. Ancak huzur ve mutlulukla görüyoruz ki, İlahi Adalet sabırla hükmünü icra etmektedir.
-Yukardaki yazıda 2010 referandumu sanki bir yıkım döneminin başlangıcı gibi anlatılmış. Hâlbuki o referandum askeri vesayete nokta koymak üzere çok önemli bir uygulamanın da kabulünü içeriyordu. Hatırlayacaksınız 27 Mayıs darbecileri 1961 yılında TSK İç Hizmet Nizamnamesini kanunlaştırdılar ve İç Hizmet Kanunu yaparak 35. Maddeyi eklediler. 35. Madde,
“TSK’nın görevi Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamaktır”
27 Mayıs’tan sonra başarılı olmuş veya olmamış 10’dan fazla askeri müdahale vardır ve bu müdahaleler, darbeler mazeretini, diğer bir deyişle yasal dayanağını hep bu maddeden aldılar. 2010 referandumunda bu madde düzeltilerek, istismara kapalı bir hale getirildi. Değişiklik,
 "Silahlı kuvvetlerin vazifesi; yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır"
Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın öncülük ettiği, Türkiye için yaşamsal önemdeki bir girişimdir bu. Bilakis bu tarihten sonra, yıkımın darbeler organize edilerek gerçekleştirilmesi durdurulmuştur. FETO yapılanmasına bu tarihten sonra, Türkiye düşmanları tarafından verilen önem ve hız bu yüzdendir.

-Eğer 24 Haziran seçimlerini Erdoğan kazanırsa Cumhuriyetimiz, bildiride belirtildiği gibi asla yıkılmayacaktır. Bilakis devlet, çalışmalarında işlerlik ve sürat kazanacaktır. Çünkü tüm demokratik cumhuriyetlerde olduğu gibi bu yeni sistemde de hem Cumhurbaşkanı hem de Meclis halk tarafından seçiliyor. Böylece cumhurbaşkanı da Meclis de meşruiyet kazanıyor. Hatta Meclis ve Cumhurbaşkanı ikisi de halk tarafından seçildiği için çifte meşruiyetten bahsedebiliriz. 1980 darbesi öncesi parlamentonun bir cumhurbaşkanı seçemediği günleri hatırlayalım, kriz ülkeyi darbeye kadar götürmüştü. Artık saldırı altındaki Türkiye’nin bu tarz krizleri kaldırması mümkün değildir.
Bu yeni sistemde artık koalisyonlar dönemi bitiyor. Bu demektir ki hükümet krizleri oluşma ihtimali ortadan kalkıyor. Geçmişte bazı dönemlerde sıkıntısını çektiğimiz iki başlılık problemi de bitiyor. Rahmetli Başbakan Ecevit ve Cumhurbaşkanı Sezer arasındaki krizi hatırlayalım.
Türkiye’nin yapısına uygun olarak geliştirilen yeni Cumhurbaşkanlığı Sisteminde, Parlamento ve Cumhurbaşkanı birbirlerini düşürme, görevden alma, feshetme yetkilerine sahip değillerdir. Eğer seçilmiş Parlamento ve seçilmiş Cumhurbaşkanı uyum içine çalışamazsa hem Parlamentonun hem de Cumhurbaşkanının erken seçim kararı alma hakkı vardır. Erken seçim kararı hangi organ tarafından alınmış olursa olsun milletvekili seçimi ile Cumhurbaşkanının seçimi aynı anda birlikte yapılarak çatışma halkın iradesiyle çözüme bağlanmaktadır.

Yeni sistemde yürütme organı tek başlıdır. Cumhurbaşkanı hem devletin hem de hükümetin başıdır. Parlamento ise yasama yetkisini kullanır, yani kanun yapar. Cumhurbaşkanı da yürütme yetkisini kullanır. Bu iki organ birbirlerinden tamamen ayrı ve bağımsızdır. Hiç kimse aynı anda hem yasama hem de yürütme organı içinde görev alamaz. Bu uygulama da geçmişte çok canımız yakan, çoğunluğun kendi isteğine göre kanun çıkarmasını önleyen bir yeniliktir.
Yeni sistemde ‘kuvvetler ayrılığı’ prensibi geçerlidir. Seçilmiş Cumhurbaşkanı devlet ve hükümet başkanıdır ve yürütme yetkisine sahiptir. Cumhurbaşkanı yürütme görevini kendi atayacağı yardımcıları ve bakanlar ile yürütür. Cumhurbaşkanı tarafından atanan yardımcılar ile hükümet mensupları, eğer TBMM üyeleri ise görevleri sona erecektir. Bu durumda yasama faaliyetleri hükümetin kontrolünden çıkacaktır. Ayrıca geçmişte bakanlar, milletvekilleri arasında gördüğümüz husumet, kavgalar zemin bulamayacaktır.
Anlaşılacağı üzere seçilen milletvekillerinin görevi yasa yapma ve yürütmeyi yani Cumhurbaşkanı ve ekibini denetlemektir. Her kuvvet kendi görevini ifa edecektir. Bir kuvvetin diğer kuvvete karışması söz konusu olmayacaktır.
Aziz dostlar bu sistemde Atatürk’ün Cumhuriyetinin neresi yıkılıyor. Atatürk Anayasası yani 1924 Teşkilatı Esasiye Kanununda kuvvetler birliği söz konusudur. Yasama, yürütme ve yargı tamamen TBMM’nin inhisarındadır, kontrolündedir. Bu yeni sistem de ise 1961 ve 1982 Anayasalarında da olduğu gibi ‘Kuvvetler Ayrılığı’ prensibi esastır. Amaç hükümet krizlerinden, koalisyon çıkmazlarından ve devletin hantallığından kurtulmaktır.
Bu sistemi yani başkanlık sitemini rahmetli Turgut Özal da, rahmetli Süleyman Demirel de, rahmetli Alpaslan Türkeş de, rahmetli Necmettin Erbakan da, rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu da savunmuştur.
-Aziz Dostlar söz konusu bildiride ifade edildiği gibi, FETO yapılanmasının devletin içine sızması 2010’da değil 1970’lerde başlamıştır. Yukarda bahsettiğimiz gibi 2010 referandumu sadece 35. Maddeyi kaldırarak yıkıcı güçlerin darbe kartını kullanmasını zorlaştırmıştır. Ama 15 Temmuz 2016 hain darbe girişimi yine de can almadan önlenememiştir. 15 Temmuz’da 123 general olmak üzere 8.838 subay yakalanmıştır. İtirafçıların da verdiği bilgilere göre, ayrıca 2.101 hâkim, savcı, 1.485 polis vb. Bunların içinde Hava Kuvvetleri Komutanı bile var. Bu subayların o mevkilere gelmesi için 1980’lerde orduya girmiş olmaları gerekir. Bildiğiniz gibi eğitim kurumlarını da ele geçirmiş olan FETO terörizmi, çalınan soru listeleriyle kendi adamlarını, istedikleri kilit mevkilere yerleştirmişlerdir.
Fethullah Gülen’i ilk defa ABD’ye götüren devlet adamı CHP’nin ağır toplarından Kasım Gülek’dir. Süleyman Demirel’in de, Bülent Ecevit’in de, Tansu Çiller’in de Gülen ile çok yakın fotoğrafları, Gülen’i öven konuşmaları vardır. Fetullah Gülen’e kapılmayan tek siyasetçi rahmetli Necmettin Erbakan görünüyor. O da 28 Şubat gibi bir darbeye maruz bırakıldı.
Türkçe Olimpiyatlarını düşünün, o zaman kabaran milli duygularımızla, ben dâhil hemen hepimiz Gülen hareketini takdir ediyorduk. Hâlbuki FETO yapılanması CIA’nın ülkeleri ele geçirmek için planladığı silahsız işgal yöntemlerinden başka bir şey değil. OHAL’i eleştireneler, 15 Temmuz’da ne müthiş bir beladan kurtulduğumuzu lütfen unutmasınlar. 15 Temmuz 2016 günü cesur halkımız sabaha kadar, 250 şehit, 2.000 gazi ile bir İstiklal mücadelesi vermiştir. Bu konuda da Cumhurbaşkanımızın ve ekibinin yönetimi olağanüstüdür.
Eğer bu mücadele başarılı olmasaydı, yani darbe başarılsaydı, iki feci olasılık akla geliyor. Birincisi, Türkiye tam anlamıyla bir ABD-Israil mandası haline gelecek, Ermeni Soykırım tasarısı Türkiye tarafından da kabul edilecek, Ermenistan’a yüklü tazminat ödenecek, Kars, Ardahan gibi vilayetler Ermenistan’a verilecekti. Diğer taraftan Kobani haberimiz dahi olmadan Mardin, Dıyarıbakır gibi illeri Afrin Hatay’ı, Kilis’i içine alacaktı. Kıbrıs elimizden uçacak, belki Boğazların yönetimi dahi ABD tarafından yapılacaktı. Tabii Doğu Akdeniz yeraltı zenginlikleri zaten zengin ülkeler tarafından çıkartılarak pazarlanırken, biz yine Doğu Akdeniz doğal gazını parayla alacaktık. İkici olasılık, Türkiye kanlı bir iç savaşa girecekti. Böylece tüm enerjisini maddi manevi olarak heba edecekti. Bu iki olasılıkta dış şer güçleri ziyadesiyle memnun edecekti.
-Aziz Dostlar aramızda Ak Partiyi ve Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ı sevmeyenler, islemeyenler olabilir. Bir demokrat olarak elbette saygı duyarız. Ancak gözlerden uzak tutulmaması ve unutulmaması gereken bazı gerçekler var.
Örneğin 2003 yılından beri nerdeyse 16 senedir, Türkiye gibi stratejik önemi çok yüksek, zor bir coğrafyada bulunan bir ülkede bu kadar süre, girdiği her seçimi oylarını arttırarak kazanmak ve iktidarda kalmak inanılmaz bir başarıdır hatta bir rekordur. Bu mucizevi başarı nasıl ve neden gerçekleşmiştir? Ayrıntıya girmeden kısaca hatırlayalım,
Benim Ak Parti ve Erdoğan ile ilgili dikkatim ilk önce sağlık sektöründe devrim niteliğindeki ıslahatlarla çekildi. 2003 öncesi Kılıçdaroğlu SSK Genel Başkanı iken eşimin rahatsızlıklarından dolayı, hastane kapılarında çok süründüm. SSK hastanelerine kokudan girilmiyordu. Hastane kapılarında yerlerde oturan, yatan insanlar vardı. Duvarlarda kan lekeleri feci manzaralar insanın kanını donduruyordu. SSK kartım Cerrahpaşa, Guraba, Marmara Üniversitesi Hastanesi gibi devlet hastanelerinde bile geçmiyordu. Devlet hastaneleri döner sermaye ile çalışıyor ve emekli sandığı mensupları haricindekilerden özel hastaneler gibi paralar alıyorlardı. İlaç almak ise tam bir işkence idi. Bir kere Göztepe SSK’ya sabah sekizde ilaç almaya gittim, bana güldüler, beşte gelip sıraya gireceksin dediler. Kan tahlili için sabah 5-6’da sıraya girilerek gidildiğinde ise 675.-700. Sıraları alabiliyordunuz. Hele ambulans hiç yoktu, özel ambulanslar ateş pahası idi. Hastaları ve yaralıları herkes eğri büğrü bir şekilde taksilere tıkardı, hastane yolunda ölen çoktu. Ne demişler, ‘Hafızayı beşer nisyan ile maluldür.’
Erdoğan ile birlikte binlerce ambulans, içindeki hemşire, doktor ile birlikte halkımızın hizmetine sunuldu. Allah muhtaç etmesin ama arayın 10 dakikada yanınızda bitiyor. Artık bir telefon veya internetten randevu alarak bir mütehassısın karşısına çıkıveriyoruz. Hele aile hekimi ve yazdırdığımız ilaçları anında en yakın eczaneden almamız bir devrim niteliğindedir.
Her zaman özlediğimiz toplu taşımacılık, metrobüs ile başladı. Avrasya, Marmaray, Hızlı Trenler, İzmit körfezi Osman Gazi köprüsü, Anadolu’nun her yerine yapılan duble yollar. İstanbul-İzmir arası çok kısa bir süre sonra 9 saatten 3.5 saate iniyor. 2003 öncesi uçaklar belli bir mutlu azınlığa aitti, ama Erdoğan’dan sonra halkımız uçak ile tanıştı, Trabzon, Malatya, Mersin vesaire nereye isterseniz otobüsten ucuz uçakla gidebilirsiniz. Eski iktidarlar sanki Türkiye 3-4 ilden müteşekkilmiş gibi sadece Ankara, İstanbul, İzmir biraz da Adana gibi şehirlere hizmet götürürlerdi. Şimdi şark anlayışı diye bir şey kalmadı. Doğu Karadeniz ile Doğu Anadolu’yu bağlayan Erzurum-Rize karayolundaki Ovit tüneli tehlikeli yolu 33 kilometre kısaltıyor; Doğu Anadolu’yu Malatya üzerinden Akdeniz bölgesine bağlayan Erkenek Tüneli muhteşem; Bitlis-Van karayolu üzerinde Kuskunkıran Tüneli; Doğu Karadeniz’i Doğu Anadolu’ya bağlayan tarihi İpek Yolu üzerindeki yeni Zigana Tüneli vb… Mesafeleri kısaltan ve güvenli hale getiren bu tünellerin sağladığı benzin tasarrufunu düşünün.
29 Ekim 2018 günü İnşallah 3. Havalimanımız açılıyor. Frankfurt havalimanının pabucunu dama atacak olan bu tesisimiz tüm transit geçişleri üzerine çekecektir ve dolayısıyla Türkiye’ye döviz yağacaktır. Bu havalimanımız 150 milyon yolcu taşıma kapasitesine sahiptir. Terminaller arası ulaşımın raylı sitemle yapıldığı 4 ayrı terminal binası, 165 yolcu köprüsü, 3 teknik blok ve hava kontrol kulesi, 8 kontrol kulesi, 6 pist, 16 taksi yolu, 500 uçak park kapasiteli 6,5 milyon metrekare büyüklüğünde apron, şeref salonu, kargo ve genel havacılık terminali, devlet konuk evi, 70 bin araç kapasiteli açık ve kapalı otopark, havacılık tıp merkezi, oteller, itfaiye, kongre merkezi, arıtma tesisleri gibi tesislerden oluşmaktadır.
-Aziz Dostlar bir anda aklıma gelen tesisleri saydım. Muhakkak unuttuklarım vardır. Bir de ‘Yeni Dünya Düzeni’ öngörüsüne göre Cumhurbaşkanımızın önderliği ile yapılmakta olan girişimler var.
Kanal İstanbul, Türklerin çılgın projesi;
Aziz dostlar, Türklerin çılgın projesi diyorum, zira devam eden satırlarda bahsedeceğimiz Israil’in de bir çılgın projesi vardır. Israil devletinde bu projeyi kimse tenkit etmez bilakis takdir ederken, ne yazık ki bizim çılgın projemiz, diğer bir deyişle Erdoğan’ın çılgın projesi bazı kesimler tarafından israf olarak nitelendirilerek eleştirilir. Bu eleştiriler kanaatimce son derece haksızdır. Şöyle ki,
Biliyorsunuz Boğazlardan gemi geçişiyle ilgili, 1936 yılında imzaladığımız bir anlaşma Montrö Anlaşması vardır. Bu anlaşmaya göre, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından ticari gemiler hiçbir kayda tabi olmadan, ücret ödemeden istedikleri gibi gelir geçerler. Keza savaş gemileri de Boğazlardan geçebilirler. Bu anlaşmanın süresi 20 yıldır. 20 Temmuz 1956 yılında 20 yıllık süre dolmuştur. Ancak Montrö anlaşması, hiçbir devlet tarafından feshedilmediğinden hala geçerliliğini korumaktadır. Panama Kanalından, Süveyş Kanalından geçen gemiler dünya kadar dolar öderken, Boğazlarımızdan geçen şilepler, tankerler hiç para ödemezler. Boğazlarda meydana gelen kazalar ve Boğazların kirletilmesi, çirkinleştirilmesi de işin cabası.
İşte 400 metre genişliğinde, 25 metre derinliğinde Kanal İstanbul yapılınca, Türkiye Montrö anlaşmasını fesih edecek ve Karadeniz-Ege Denizi geçişleri artık paralı olacaktır. 3. Havalimanından ve Kanal İstanbul’dan gelecek dövizler adeta Türkiye’de petrol çıkmış gibi bir etki yapacaktır inşallah. Kanal İstanbul etrafındaki yeşil alan, üzerindeki köprüler, bahçeli evler ve gökdelenleri ile muhteşem bir proje. Allah yapmayı nasip etsin. Projenin fizibilite safhası bitti.
Aziz Dostlar, yapımına başlanmakta olan Çanakkale Köprüsü de dünyanın en büyük köprüsü olacak inşallah.
-Gelelim Yavuz Sultan Köprüsü ve Yeni İpek Yolu Projesine;
Yavuz Sultan Selim köprüsünün yani 3. Boğaziçi köprüsünün üzerinde araç yollarının ortasında niye raylı sistem var? Gelin bu konuyu da irdeleyelim.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü, yenidünya düzeninin tam merkezindedir. Zira artık dünya ekonomisinin merkezi Türkiye’nin doğusuna doğru kaymaya başlamıştır. Orta doğudaki bitmek bilmeyen kanlı savaşların altında yatan gerçeklerden biri de budur. Türkiye’yi yıpratmak, bölmek için Asala ile başlayan terör yıllarca PKK ile devam etti. Egemen güçlerin saman altından desteklediği daha birçok terör örgütü Türkiye’ye adeta savaş ilan etmiştir.  PYD terör örgütü artık alenen ABD tarafından silahlandırılmaktadır. Ne yazık ki ABD bu silahlandırma işi için madden Birleşik Arap Emirlikleri gibi Müslüman bir ülkeyi kullanmıştır. Bir taraftan da dolar silahı sürekli ülkemizi zora sokmaktadır.
ABD’nin devamlı düşüşü karşısında süratle yükselmekte olan Çin, Yeni İpek Yolu Projesini 2013 yılında ilan etti. Bu ilan esnasında Çin, İpek Yolu güzergâhında olan ülkeleri de projeye katılmaya davet etti. Yeni İpek Yolu projesine göre, Çin’den Avrupa’ya hem demiryolu hem deniz yolu olmak üzere 2 muhteşem ticaret yolu oluşturulacak. Ticaret yolu dolayısıyla bu proje yol yolun üzerindeki ülkeleri ihya edecek bir projedir.
Ticaret yollarından biri deniz yoludur. Deniz yolu rotası, Hindistan’dan başlayarak Süveyş Kanalından geçecek ve İtalya’ya ulaşacak. İşte bu proje tüm dünyada büyük ilgi çekerken Türkiye’de yazılı ve görsel medyada küçük haberler halinde duyuruldu ve dikkat çekmedi. Ama Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan proje ile bizzat ilgilendi, seyahatler yaptı, müzakerelerde bulundu. Nitekim Türkiye Sudan’ın Kızıl Deniz sahilindeki SEVAKİN adasına askeri bir üs kurdu. Sevakin Sudan’ın Kızıldeniz kıyısında bir liman kenti, bu kentin kıyısında üzerinde tarihi kalıntılar bulunan ve aynı adı taşıyan bir ada bulunmaktadır. Kent de ada da Osmanlı tarihi açısından çok önemlidir. Ada ayrıca Afrikalılar için Hac kapısı niteliğindedir..
Sevakin adasını da Lozan’da, İsmet İnönü, Misaki Milli sınırları içindeki Musul, Kerkük, Batı Trakya, Hatay, Kıbrıs gibi, İngilizlere kaptırmıştı. Sudan 1956 yılında bağımsızlığını kazanınca ada Sudan’a geçti. 1918 yılında da büyük Afrika depreminde harabeye döndü.
Nitekim Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bizzat Sudan’a giderek Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Beşir’e hala Afrikalı hacıların bir liman olarak kullandıkları tarihi kenti restore etme teklifinde bulunur. Görünür niyet adayı, Türkiye’den umreye gidenlerin tarihi kalıntıları gezeceği ve gemiyle Cidde’ye geçeceği bir turizm merkezi haline getirmektir. Ancak diğer taraftan Ömer Beşir ile anlaşan Türk Hükümeti Sevakin adasında bir de askeri üs kurdu. Ülkemizde gelecek vizyonu olmayanlar, bu girişimi şiddetle eleştirdiler, ne işimiz vardı Serakin’de. Aynı şekilde ABD de İsrail de girişimden rahatsız oldu. İlginçtir Obama döneminde burada askeri üs kurmak için ABD çok uğraşmıştı. Trumb da gelir gelmez üs girişimlerinde bulundu. Hatta Putin’de adayı almayı çok istedi. Adayı alamadı ama Kızıldeniz’de bir askeri üs kurma izni aldı. Ömer Beşir, Erdoğan haricindeki, adayı almak için yapılan tüm girişimlere hayır demiştir. Sonuçta Türkiye adayı almaya talip oldu ve adayı aldı.
Sevakin adası çok önemlidir. Tıpkı Yavuz Sultan Selim köprüsü gibi dünya ticaretinin merkezi konumundadır. Hatta bu ada Süveyş kanalı kadar önemlidir. Zira bu adadaki askeri üs izin vermezse Süveyş kanalından geçen gemiler geri döner. 
Bu noktada bizim muhalefetin dünyadan haberi yokken, Israil çoktan uyanmıştır.  Kızıldeniz’in doğu tarafında Arap yarım adasından sonra Akabe körfezi bulunur. Israil burada Akabe körfezinde Elyat’tan Aşdot limanına bir kanal açıyor. Bu da bir çılgın proje! Israil, kanalın yanısıra karayolu ve demiryolu da yapıyor. Kanal İstanbul çılgın projesini çılgınca eleştiren muhalefet bu projelere tık demiyor. İsrail bu yolla Kızıldeniz bağımlılığından kurtulacak ve hâkimiyeti altında ikinci bir ticaret yoluna sahip olacaktır. Eğer Mısır ve İsrail bu yolları Türkiye’ye kapatmaya kalkarlarsa Sevakin adasındaki kuvvetlerimiz devreye girecektir.
Ayrıca bölgede Çin 7.500 km’lik dev bir demiryolu projesini de gerçekleştirme yolundadır. Demiryolu Sudan’dan Senegal’in başkenti Dakar’a kadar uzanmaktadır. Bu projede Kızıldeniz’i Atlantik Okyanusuna bağlayacak. Sevakin adası bu projenin başlangıç noktası olarak da en uygun yer. Bu durumda bu muhteşem demiryolunun başlangıç noktasında da Türkiye’nin satın aldığı, Türkiye’ye ait askeri üst de olsa bir yer olacaktır. Zira Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkeler İsrail’in güdümüne girmiş, İsrail için çalışmaya başlamışlardır. Hatta Birleşik Arap Emirlikleri dâhil bu ülkeler, İsrail’in güvenliği için birçok adaya üst kurmaya başlamışlardır. Zira bu adaşlardaki askeri üstlerin silah tesis gibi işlerini İsrail menşeli ABD şirketi Black Worker yapmaktadır. Bu durumda Sevakin adasının coğrafi konumunun önemi ortaya çıkmaktadır. Bu adadaki askeri güç isterse Kızıldeniz geçişlerini tam ortadan kapatabilir…
Bu süreçte Türkiye Somali’de de askeri eğitim merkezleri inşa etmiş durumda, 1500 asker Türk subaylarının eğitiminde geçiyor ve hazır hale getiriliyor. Bilindiği gibi Katar’da da Türkiye bugün tugay seviyesine ulaşmış, bir askeri üst kurmuş durumda. Sevakin’deki askeri üstümüzü de düşünürsek bölgede, birbirleriyle de dayanışma yapacak ciddi bir caydırıcı askeri varlık oluşturmuş durumdayız. Türkiye ileriyi görerek böylesine oyun kurarken, yurt içinde muhalefet hala Erdoğan gitsin de ne olursa olsun gibi inanılmaz bir bilinçsizlikle adeta Türkiye düşmanlarının ağzından konuşmaktadır.  
Gelelim Yeni İpek Yolunun demiryolu ve karayolu hattına. Bu hat 65 ülkeyi kapsıyor. Çin’in pasifik Okyanusuna yakın tarafından başlıyor, Anadolu’ya giriyor, Yavuz Sultan Selim Köprüsünden Avrupa’ya geçiyor ve Manş denizinde son buluyor. 21 trilyon dolarlık bir işlem hacmi olduğu ekonomistlerce hesaplanıyor. Proje dünya yüzölçümünün % 26’sını kapsıyor.  4.4 milyar insan bu hatla birbirine kolayca bağlanıyor.
Proje kara yolu ile Orta Asya ve Orta Doğu’yu, Avrupa’yı; deniz yolu ile de Orta Doğu ve Afrika’yı canlandıracak, refah getirecek. Yani asırlardır ekonomik sıkıntılarla, savaşlarla boğuşan ülkelere refah getirecek bir proje bu. Böylece ABD tek süper devlet vasfını kaybedecek. ABD bu işin farkında ve o yüzden Kuzey Kore, İran ile cebelleşiyor ve YPG teröristlerine 5 bin TIR silahı fütursuzca veriyor, Kudüs’ü Israil’in başkenti ilan ediyor. İnanın dostlar Türkiye büyüme rekoru kırarken aniden doların fırlaması da bu yüzdendir. Recep Tayyip Erdoğan gitsin de Türkiye yine o eski yerinde saydığı, darbelerle, koalisyonlarla enerjisini tükettiği günlere dönsün, az gelişmiş ülke olsun, bölünsün, egemen güçlere muhtaç olsun.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti kurmayları da, ABD gibi bu işin çoktan farkındalar. Sözüm meclisten dışarı bilinçsiz muhalefet, ‘3. Köprü boşuna yapıldı, zarar ediyor’ gibi irrasyonel kötülemeler yaparken, Türkiye Yeni İpek Yolunun Avrupa’ya açılacağı kara ayağını yaptı bile. Köprü üzerindeki hızlı tren hattının sebebi de anlaşıldı zannedersem. Vizyon diye buna denir.
Bakü-Tiflis-Kars demiryolu ve Edine-Kars yüksek hızlı tren hattı projesi de Yeni İpek Yolu Projesi için oluşturulmuştur. Orta Asya’dan gelen hızlı trenler bu hattan Yavuz Sultan Selim Köprüsüne gelecekler ve oradan Avrupa’ya geçecekler.  
Bu dev, muhteşem projenin kalbi Yavuz Sultan Selim Köprüsüdür. Bu köprüyü israf olarak gören zihniyet, egosunu aşıp da etrafa şöyle bir baksa her şeyi görecek, ama nerde. Erdoğan düşmanı öyle kişiler tanıyorum ki sadece 2 muhalif gazete birkaç da muhalif TV kanalı izliyorlar. Onlar bu yazıyı bile okumazlar. Biz devam edelim Vizyon sahibi ekonomistlere göre, projeden sonra 20 yıl içinde Türkiye’nin alım gücü 4 trilyon 700 milyar dolara ulaşacak. Yani beş misli artacak.
7 Şubat 17-25 Aralık saldırıları, Gezi Parkı ayaklanması, hendek savaşları ve 15 Temmuz 2017 kanlı darbe girişiminin altında hep Türkiye’yi kaosa sürükleme böylece enerjisini heba ederek bölme, projenin dışına itme emelleri yatmaktadır. ABD, CIA’nin güdümündeki Almanya, Israil, Hollanda, Fransa Türkiye’ye savaş açmış durumdalar. Büyüme rekoru kıran Türkiye’nin notunu düşürüyorlar, iflas halindeki Yunanistan’ın notunu yükseltiyorlar.
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı Harekâtları şer güçlerin şer emellerini şimdilik boşa çıkardı ve zaten o yüzden birdenbire dolara yöneldiler.
Bu arada Doğu Akdeniz’in dev doğal gaz kaynakları da İsrail’in, Yunanistan’ın, Mısır’ın dolayısıyla ABD’nin, Rusya’nın iştahını kabartmış vaziyettedir. Suriye’deki, hatta Irak’taki kanlı mücadelelerin altında yatan temel sebep budur.
Aziz dostlar böylesine kritik bir dönemde, Türkiye’ye henüz bir çivi çakmamış ve devlet yönetiminde hiç deneyimi olmamış kişilere oy verilmesini son derece mahsurlu bulurum. Tüm samimiyetimle yazıyorum ki, eğer bugün rahmetli Atatürk sağ olsaydı Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın safında yer alırdı…
Saygılarımla,
4.06.2018-Fenerbahçe
HASAN EMRE OKTAY    

***
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN GERÇEK SAHİBİ;
ONURLU VE SORUMLU TÜRK SEÇMENLERİNE
DUYURU VE ÇAĞRI

Öncelikle, 24 Haziran 2018 Pazar günü yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve 27. Dönem Parlamento Seçimlerinin, ülkemiz ve milletimiz için hayırlı-uğurlu olmasını dileriz.
ANCAK, BÜYÜK TÜRK MİLLETİ ADINA KAYGILIYIZ
Zira, bu seçimle birlikte tamamlanması öngörülen sözde başkanlık sistemi süreci, başladığı günden itibaren halkın tepkisine maruz kalmış, kamuoyunu derinden rahatsız etmiş; Dayatılan süreç ile yapılan uygulamalardan kamu vicdanı ikna olmamış, dönem içinde vaki teşebbüsler “halkı, bu endişe, kaygı ve korkularında” haklı çıkartmıştır.
An itibarıyla vatandaşlarımız geleceklerinden güvensiz, endişeli ve kaygılıdırlar.
ŞÖYLE Kİ;  
Hatırlanacağı üzere; Kadim ve saygın TBMM Başkanlarımızdan Hüsamettin Cindoruk, 16 Nisan 2017 Referandumunu şöyle tanımlamıştı: “Bu Referandum bir YIKIM HAREKETİDİR.” Yıkılması söz konusu edilen ATATÜRK’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti; Onun yerine geçecek olansa bir başka devlet idi!..
NİTEKİM:
4 Ağustos 2017 gecesi Ayhan Oğan CNN TÜRK’te yeni devleti çok açık bir şekilde tanımlamıştı:
“Şimdi biz yeni birdevlet kuruyoruz, beğenin beğenmeyin bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır.”, “Yeni bir Türk Silahlı Kuvvetleri’nin inşasıdır. Biz vesayet düzenini yıktık beyefendi.”, “Sosyal medyadan vatan kurtaran aciz yaratıklar bize saldırıyor, kimse bizim vatanseverliğimizi test etmeye kalkışmasın.”, “16 Nisan itibarıyla artık yeni bir süreç başlamıştır. Bu, devletin yeniden teşkilatlanma, organize olma sürecidir, yeniden inşa sürecidir.”, “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk, kurucu partisi CHP’dir.”, “İkinci kuruluş, Türkiye’nin tam bağımsız, halkın devleti olarak dizayn edildiği, kurumsal yapıya kavuştuğu zeminin lideri de Tayyip Erdoğan ve onun yanında saf tutan siyasi liderlerdir. Ve o kuruluşun partisi de AK Parti’dir.”
Hüsamettin Cindoruk, tarihi basiret ve tespitinde: “Bu Referandum bir yıkım hareketidir. TBMM’ne bağlı parlamenter demokrasiyi yıkma hareketidir. Hangi yaşta olursak olalım, geçmiş Türkiye’de, güzelim Türkiye’de yaşayan herkes, siyasi parti ayırımı gözetmeden, Cumhuriyet’i savunmak ve Cumhuriyet’i korumak zorundayız” dedi. (8.4.2017-Anayurt)
Sonuçta: “CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLARIN OYU VE KARARI HAYIR” oldu.
16 Nisan 2017’de HAYIR oyu % 49’da kaldı. Anayasa değişti. Erdoğan’ın yeni devletine yönelik ilk adım atılmış oldu. Hükümetin üstüne muazzam bir şaibe sindi.
YSK’ya halkın güveni kalmadı.
24 HAZİRAN’A, HALKIN İTİMAD ETMEDİĞİ BİR YSK İLE GİDİLİYOR!..
24 Haziran 2018 günü Türk Milleti sandığa gidecek. Cumhurbaşkanı ve yeni TBMM üyelerini, Adalet, hakkaniyet ve hukuka aykırı biçimde dayatılan listelerden tercihlerini yapacak. TBMM’nin yapısı nasıl oluşursa oluşsun, eğer Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilirse YIKIM HAREKETİ tamamlanmış, ATATÜRK’ün Cumhuriyet’i yıkılmış, olacaktır.
Eğer, Erdoğan birinci turda % 51 ile seçilemez ve seçim sonucu ikinci tura kalırsa, YIKIM HAREKETİ tamamlanamayacak ve iki hafta sonra bir daha sandığa gidilecektir.
25 Haziran’da böyle bir tablo ile karşılaşılır ise, ikinci tura kadar iki hafta boyunca neler olabilir?
Erdoğan İngiltere’de yaptığı açıklamalarda B ve C planlarından bahsetti.
Yeni bir ‘7 Haziran – 1 Kasım’ sürecini mi kastetti?
Bilemiyorum.
Bildiklerime gelince…
Bayar’ın Kızı Nilüfer Gürsoy:                                                              HAYIR Diyorum
Hüsamettin Cindoruk:                                      Bu Referandum bir Yıkım Hareketidir
İnönü’nün Torunu, Gülsün Bilgehan:                 HAYIRlı bir iş için Hepimiz Birleştik
T. Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu: EVET diyen de Bizim, HAYIR diyen de Bizim
AKP (e) Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır: HAYIRlar Tükenmez
Mehmet Arif Demirer: ATATÜRK’e Saygılı Cumhuriyetçi Demokratlar HAYIR diyor
***
Görüldüğü gibi, Fethullah Gülen’in, Devletin (Yargının ve Güvenlik Güçlerinin) içine iyice yerleşmesinin yolunu açan 2010 Referandumundan önce, DP Genel Başkanı, tüm kadın DP’liler, hepimiz, çok güçlü bir şekilde HAYIR demiştik. Ben, HAYIR’ın nedenlerinin DP ile AKP arasındaki farklılıklara dayalı olduğunu savunmuş ve farkların başında iki partinin ATATÜRK anlayışı olduğunu belirtmiştim.
DP, köklü bir Cumhuriyetçi Demokrat parti idi. AKP ise ATATÜRK ve O’nun kurduğu Cumhuriyet ile sorunları bulunan bir parti!... Buna şaşmamak gerek çünkü AKP idarecilerinin önderi Necip Fazıl yazılarında devamlı ATATÜRK ve Cumhuriyet karşıtlığı üzerinde durmuştu.
Nitekim 2010 Referandumundan 7 yıl sonra gelen 16 Nisan Referandumu, Cindoruk’un çok açık bir şekilde vurguladığı gibi,ATATÜRK’ün Cumhuriyetinin YIKIM HAREKETİ idi.
Ancak iki referandum arasında olumlu bir gelişme de kaydedilmiştir:
HAYIR’lar7 yılda % 42’den % 49’a yükselmiş olup; Bu artış 24 Haziran’da da devam ederse, Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilemez. İlk turda % 40 – 42 arasında kalır.
İkinci turda alacağı sonuç hakkında tahminler ancak karşısında kimin olacağı belli olduktan sonra yapılabilir.İkinci turda Erdoğan’ın rakibinin kim olacağı hakkında bakınız aşağıdaki iki anket sonucu:
ANKET SORUSU No: 1) 80 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına: “T. C.’nin Yüzüncü Yıl’a girerken Cumhurbaşkanı kadın mı olsun, erkek mi?”
Cevap: 40 milyon kadın vatandaşın cevabı, % 90 oranında: Kadın (36 milyon)
40 milyon erkekvatandaşın cevabı, % 80 oranında: Erkek (32 milyon)
SONUÇ: Yüzüncü Yıl’a girerken Cumhurbaşkanı kadın olsun.
ANKET SORUSU No. 2) ATATÜRK, İnönü ve Bayar’a: “Türkiye Cumhuriyeti Yüzüncü Yılına girerken Cumhurbaşkanı kadın mı olsun, erkek mi?” CEVAP: KADIN
SONUÇ No: 2) Yüzüncü Yıl’a girerken Cumhurbaşkanı kadın olsun.
Bu tabloya bakarak ikinci turda Erdoğan’ın karşısında Meral Akşener olursa, Erdoğan kaybeder. Muharrem İnce olursa, Erdoğan’ın B ve C planlarını görmeden bir şey söylemek zor. Keşke 24 Haziran akşamı bir formül bulunabilse ve ikinci turda Erdoğan’ın karşısında kadın adayın (Akşener) olması sağlanabilse…
UNUTMAYIN!..
Necip Fazıl’a (31 Ekim 1949 tarihli BÜYÜKDOĞU Dergisi) göre,                   
ATATÜRK; Allah ve İslam Dini düşmanı, Cumhuriyet ise Türk Devletinin çöküşü idi.

CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR
HAREKETİ ADINA
Mehmet Arif DEMİRER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder